vioft2nnt8|201049142CC5|zubabi_zd|ContentPage|ContentText|0xfeff600800000000d101000001000400

lexapro vs weed

lexapro and weed

diclofenac

diclofenac

abortion pill over the counter

abortion pill

augmentin torrino

augmentin

thyroxin einnahme

thyroxin t4
Yeraltı’nda, önceki filmlerinizle benzerlikler ve farklar mevcut. Bir önceki filminiz Kıskanmak’la olan ortaklığıyla başlayalım. Muharrem karakterini, kıskanan biri olarak da algılamak mümkün. Kıskanmak’ta bu kavram cinayete kadar uzanıyor, burada ise başka açılımlara kavuşuyor. 
Kıskanmak, aşk, ihtiras, başarı tutkusu, fark etmez… Ben insanlık temaları için film yapıyorum. Kıskanmak bu anlamda benim için daha ayrıcalıklı değil. İnsan olmanın doğası ve karanlığıyla ilgileniyorum. Muharrem’i Muharrem yapan özelliklerden biri de bu kadar alıngan olması, pek çok kişinin üzerinde bile durmayacağı konuları gecelerce kafasına takması… Bunlarla çile çekmesi. Bu filmde kıskanmak duygusu var ama Muharrem’in kişiliğine ve dünyasına göre bakarsak, daha ağırlık kazanan durum, bir tür adalet arayışı. Adalet arayışının içinde de kıskançlık barınabilir. Bir başarıyı hak etmediğini, hatta hırsız olduğunu düşündüğü kişinin, Muharrem’de yarattığı adalet duygusunun bir parçası olarak kıskançlık kendini gösteriyor.

- Adalet arayışı ise sadece kendisi için değil, kapıcı kadın için de söz konusu. Akabinde ise öç alma kavramı geliyor. Bu da Üçüncü Sayfa filminiz ile ortaklık taşıyor. Oradakinden farklı olarak, kurgulanan bir cinayet yine gerçekleşmiyor, hatta gülünçleşiyor. Başarısız oluyor bir anlamda. 
Aslında Muharrem başarısız biri değil, sadece kötücül olana tutkusu var. Bu, başarısızlık tutkusunu da kapsıyor. Kapıcıyla olan ilişkisi bu duygusunu güçlendiriyor. Apartmanın en dibinde yaşayan bir kadın bile, ihanet ederek, üst kata çıkıyor. Yalnızlıktan ve hastalıktan uluyan bir adam bile kendisine yeni bir hayat kurmayı beceriyor. Muharrem topluma göre büyük becerileri olan, üniversite okumuş, bir dönem yazar bile olabilecek, kafası oldukça iyi çalışan bir adam ve çamura batmaya karşı bir düşkünlük taşıyor. Akıl dışı olma hali…

Bu arada ben kapıcı kadının durumunu ikiyüzlü buluyorum. İkisini karşılaştırdığımızda, yanlış ya da zarar verici bile olsa bir şeyi sonuna kadar yaşamak ve bedel ödemek anlamında Muharrem daha ahlaklı. Kapıcı kadının durumuna sosyolojik bir biçimde baktığımız zaman, alttaki kadının üste çıkışı gibi görünüyor. Ancak bence bu çok pozitivist bir bakış. İnsan varlığının sosyolojik tanımlamalarla ele alınamayacağını düşünüyorum. Film, finalde Muarrem’in düşüşüyle de bitmiyor. Belki de dirilişi başlayacak.


- Kendinizden, kendi hayatınızdan esinlendiğiniz düşüşler neler peki? Bu anlamda karakteri yaratırken ona mesafeyle bakabildiniz mi? Çelişkiler yaşadınız mı? 
Muharrem’in bu tarz yanlarını kendi hayatımdan esinlenerek yazdım. Zamanında yaşadığım bütün kötü olaylar, felaketler, insanların bana acıyarak baktıkları durumlar, kendimi gerçekleştirmemde en büyük gücüm oldu. 12 Eylül zamanında, okul yıllarımda başıma gelen kötü olaylar… Nietzsche’nin “Öldürmeyen dert güçlendirir” deyişi gibi.

Karakteri yaratırken çelişkiler yaşamadım. Bu filmin en büyük temalarından biri de gerçeğe duyulması gereken sadakat. Gerçeği, her şeyin, zavallı egolarımızın bile üstünde tutabilme gücünden ve sorumluluğundan bahseden bir film bu. Bu konularla ilgili kişisel meselelerim zamanında oldu ancak kendimi konumlayalı çok zaman geçti. Ayrıca yaratıcı kişi için bu ahlaki bir sorundur. Yarattığı karakterle özdeşleşen, onları Tanrı gibi tasarlayan bir konumu tercih eden bir yönetmen değilim. Böyle bir yaratım biçimi de artık yok dünyada, inandırıcı değil. İnsanın ahlakının bir parçası da, ne olursa olsun gerçeğe duyduğu sorumluluktur. Bırakın film yapan insanı, dışarıya bir söz söyleyen insan bile, söylediği söze ve bunun karşılığına dair vicdanı bir sorumluluk taşımalı. Bu mesafe ve uzaklığa sahip olmayan, vicdan konusunda gücü olmayan insanların bir sanat yapıtı üretebileceğine inanmıyorum, ideal anlamda. Bunun aksi gerçekleşiyor tabii, hamaset dolu işler üretiliyor. Filmin en büyük meselesi, akıllı bir adamın, hatta onurlu bir adamın da diyebilirim, kendine karşı acımasız olmadan gururlu olamayacağı fikri. Bu anlamda bu mesafeyi kurmak da benim en büyük sorumluluğumdu.


- Filmin ortalama bir bakışla, “başarısız bir adamın” hatta daha da çiğ bir yorumla “loser bir adamın hikâyesi” olarak yorumlanması sizi çok yaralar diye tahmin ediyorum.
Ben buna çok alışkınım, nasıl bir dünyada, nasıl bir toplumda, nasıl bir ideolojik gerçeklik içinde yaşamak zorunda olduğumu biliyorum. Bu konuda çok güçlendim. Bu beni yaralamışsa belki en başlarda yaralamıştır. Bunun böyle algılanması beni şaşırtmaz çünkü aşkın masumiyetini, ahlakını ve fedakârlığını defalarca anlatırken, standart kriterlerle, yorumlarla karşılaştım. Böyle yorumlar elbette olacak ancak başka bakışlar da olacak. Bu tarz yorumların fazlalığı olsa olsa beni yalnızlaştırabilir. Ancak zaten böyle bir iddiada bulunan kişilerin kaderi de yalnızlıktan farklı olamaz. Bu durumu da olumsuz, kötü bir sonuç olarak görmüyorum.

- Önceki filmlerinizle devam edersek, daha önce hiç “aydın” bir karakteriniz olmamıştı. Hatta karakteri ilk başlarda Demirkubuz sineması alışkanlıklarıyla lümpen olarak algıladım, sonra memur oldu sonra da aydına doğru evrildi. Aydın bir karakter yaratmaya çalışırken zorlandınız mı, belirli kişileri rahatsız etmek-etmemek adına da? 
Zorlanmadım çünkü bu karakterlerle büyüdüm ve Türkiye bunlarla dolu. Sadece Muharrem değil, öbür adamlar da kendi çaplarında aydınlar ve solcular. 80’lere kadar aydın olma hali son derece elitist bir biçimdeydi. 12 Eylül ortalığı darmadağın edince, bu sefer de inanılmaz bir avamlık ortaya çıktı. Duyumsatmaya çalıştığım şey şu: Aslında aydın olmak, derin ve çileli bir sorgulamanın sonucunda erişilmesi gereken bir mertebedir ancak Türkiye’de pek de böyle ilerlemiyor. Aydın yüceltiliyor. İnsan olmanın doğasında pespayelik, erdem, idealist ve aşağılık olma halleri bir aradadır. Homojenlik yoktur. Aydında da yoktur. Bir aydın hırsız da olabilir, ki Türkiye’de bu çok yaygın. Burada her şey sonradan öğrenilmiştir. Türkiye’de “aydınlanmanın” başlangıcını kapitülasyonlardan alırsak her şey yukarıdan ve dışarıdan geldi. Ölçüsü iyi alınmamış, provası yapılmamış bir elbise gibiydi. Kendi özümüzden çıkaramadık bir takım şeyleri. “Huzur”da dahi Dostoyevski romanlarına benzer şeyler fark edebilirsiniz. Yapay bir biçimde taklit ederek ya da çalarak öğrenmek zorunda kaldı bu toplum. Kendi orijinal, yerli kaynaklarına, yazarlarına da yüz vermedi bu toplum veya örseledi, yok saydı. Cemil Meriç’i örnek verebilirim. Böyle bir vicdanın, öz arayışının olmadığı bir ülkede hırsızlık, çalma-çırpma, taklitçilik at koşturur. Hırsızlar değer kazanır. Bu ciddi bir sorun ama yakıcı bir sorun olduğu için de herkesin uzak durduğu, uzak durmak istediği, ya da kendisini savunma halinde hissettiği için, uzak durduğu bir konu. Tartışma düzeyine hiçbir zaman ulaşılamadı. Bu nedenle insanların birbirine saldırmasıyla, iftira etmesiyle halledilmeye çalışıldı.

-Entelektüellikten söz etmişken akıl meselesine geçelim. Aklın çıkar peşinde oluşuna ve akıl dışının yüceliğine… Aydın olabilecek potansiyelde bir karakter seçmenizin sebebi akıl dışının etkisini daha da güçlü bir şekilde vurgulamak için mi? 
Bu senaryoyu yaratırken en az Dostoyevski kadar Nietzsche’den de, Zerdüşt’ün konumlanışından ve “akıl dışı” meselesinden de etkilendim. Akıl dışılık çevremizde hep var. Çocuklarını, ailesini geçindirecek tüm parayı kumarda yiyen insanların yaşadığı mahallelerde büyüdüm. İnsanın aklı dışı bir varlık olduğunu kabul edemediğimiz için bu tarz durumlar değişik bahanelerle görmezden geliniyor. Ben insanı, akli olduğu kadar akıl dışı bir varlık olarak algılıyorum. Açıklayamadığımız bunca olayın sebebi de akıl dışılık. Bunu eleştirmiyorum, aksine insanın akıl dışı halini övgüye değer buluyorum. Hatta insanın gittikçe ruhsuzlaşan, çıkardan menkul bir varlık haline gelmesini engelleyecek olan da bu maraziliktir. Marazi hal insanı insan yapacaktır. İnsanın bütün direnişçi ve muhalif yanı akılcıl değildir, insanı yalnızlaştırır. Ancak daha iyi bir dünya hayali de akıl dışılık ile kurulabilir. Ortada bir mutsuzluk ve mutlu olma çabası varsa bunun yolu akıl dışılıktan da geçer. Akıl dışılık insanı anlamlandırma çabasının en büyük özü.

- Muharrem, üst insana doğru giden bir yolda mı sizin için? 
Filmin çok entelektüel bir yere çekilmesini istemediğim için bu konuları ifade etmiyorum ve daha ilerilere saklıyorum ama madem sordunuz, yanıtlayayım. Evet, özünü yakaladınız, aslında bu filmin en büyük esin kaynağı ve temeli Dostoyevski’den de öte Nietzsche’dir. Onun üst insanı. Acı çekme, çile çekme iradesini sonuna kadar zorlayarak ulaşılabilen üst insan mertebesi. Muharrem bu gidişatın prototipidir. Bu nedenle finaldeki durum, bir yok oluş değil, belki de yeniden dirilişin başlangıcındaki bir yerdir. Nietzsche’nin bu üst insan tanımı konusundaki esin kaynaklarından bir tanesinin, Dostoyevski’nin “Tanrıya ulaşmanın yegâne yolu aşağılık da olsa bir tutkudur” fikirleri olduğunu düşünüyorum. İnsan olmanın sınırlarını bu kadar zorlamasının bir sonucu olarak, Muharrem, üst insana doğru giden yolda… O yolun başlangıcında ya da bir aşamasında.

- Açıklamalarınız filmdeki dış sesle ve tabii kitapla da örtüşüyor. İlk kez bir dış ses kullandınız. Tarzınız olmadığını da düşünürsek tereddüt ettiniz mi? 
Hiç tereddüt etmedim çünkü dil olarak sevdiğim bir şeydir ve hep denemek istiyordum. Meselemi, sahneleri, dramatik etkiyi ve karakteri anlatmayı beceremediğim için dış sese yaslansaydım rahatsız ederdi. Tıpkı boşlukları müzikle doldurma yanlışı gibi… Dış ses olmadan da kurgu yaptım, aylarca izledim, filmin tamamlanması bir buçuk seneyi buldu. Sonra emin oldum ve bir çeşit lezzet olsun diye ekledim dış sesi. Eğer şüphelerim olsaydı asla kullanmazdım.

- Oyuncularınızdan kitabı okumalarını beklediniz mi? 
Okuyup okumadıklarıyla ilgilenmedim. Evet, bu kitap benim esin kaynağım, sadece bu film için değil, hayatım ve tüm davranışlarım için. İnsanlığın sözlüğü bence… Hayatım boyunca bu kitabı 15-20 kez satın aldım çünkü her biri okuya okuya elimde parçalandı. Bu senaryoyu yazarken ise romanı elimden attım, onsuz yazdım.

- Engin Günaydın’ın komedi oyunculuğu sizin için bir avantaj mıydı? 
Bir oyuncunun komedi tecrübesi rahatlık sağlar. Oyuncuyu temel olarak, "özne olmaya katlanabilen insan" olarak tarif ediyorum. İnsanların bakışlarına, parmak işaretlerine katlanabilen, bu konuda ezilmeyen kişinin oyunculuk potansiyeli vardır. Amatör oyuncuları seçerken bile buna dikkat ederim. Hemen bakışlarını kaçıranları tercih etmem. Bu anlamda Engin Günaydın doğruydu.