vioft2nnt8|201049142CC5|zubabi_zd|ContentPage|ContentText|0xfeff590800000000c102000001000b00

amoxil without insurance

amoxicillin price without insurance

diprolene

diprolene read

buy naltrexone canada

buy low dose naltrexone

mixing weed and adderall

mixing melatonin and weed blog.meyerproducts.com

rescue inhaler otc

over the counter asthma inhalers

Radikal

Bre Zeki, Erzurum ne ki Ankara yayla, yayla!

SIRRI SÜREYYA ÖNDER - 06/02/2011

Gündem hiç bu kadar perişan olmamıştı. İlk kez, "Hangisine dokunsam" diye kararsızım. Bir günlük ara verip 'Yeraltı'nın setini paylaşmak istedim.

Zeki Demirkubuz’un ‘Yeraltı’ filminde oynamaktayım. Demirkubuz belalı bir yönetmen. Mesela ben Uğur Yücel’in setinde de oyuncu olarak çalıştım. Onun oyuncusuna gösterdiği şefkat ve merhameti, bir baba evladına göstermez. Uğur Yücel, bir diyaloğun tonlaması için saatlerce ve sabırla uğraştı benimle. “Lan oğlum! Bu diksiyonla mı İstanbul Emniyet Müdürü olacaksın?” demedi mesela. Onun yerine “Sırrıcığım konuşurken melodi yapıyorsun” diye zarafet dolu bir yaklaşım sergiledi. Ben de bunu matah bir şey sanınca, Ejder Kapanı filmi, langur - lungur ama melodiyle konuşan bir emniyet müdürüne sahip oldu. Demirkubuz öyle değil. Doğrudan, affedersiniz ama ağır konuşuyor. Kaç kere vuracak oldu bana, “Abi ben askerliğimi yapmışım, çoluk çocuğum var, nefsime ağır gelir!”dedim de kendini tuttu...

Kalleş artiz ben
Kendisi duymasın ama cast seçiminden de hiç anlamıyor. Engin Günaydın, Nihal Yalçın, Sarp Apak, Serhat Tutumluer, Feridun Koç, Murat Cemcir ve Serkan Keskin gibi oyuncuları seçmekteki başarısını, bana karar verirken gösteremedi mesela. Sürekli bende Erol Taş, Hayati Hamzaoğlu ve Bilal İnci kırması bir potansiyel gördüğünü söyleyip duruyor. Ekibin tümü, başta görüntü yönetmeni Türksoy Gölebeyi ve yardımcı yönetmen Rezan Yeşilbaş olmak üzere genç, ateş gibi çocuklar. Onlar bu isimlere yetişemediler ama bizim zamanımızda bu mümtaz ustalara ‘Kalleş artiz’ der geçerdik. Bu oyuncular, eski Yeşilçam filimlerinde, önüne gelene zoppa çeken, şarabı testiden içip “niyahhah haaa!” diyerek gülen adamlardı. Esas oğlana ya da esas kıza illa ki bir pislik ederlerdi. Sonunda da esas oğlan bunları, Allah yarattı demeden iyice bir hışlardı. Bre zalım Zeki Hoca, oyuncu motivasyonu böyle mi olur? Biz de iyi kötü yönetmenlik yaptık. İnsan bir Al Pacino, ne bileyim bir Robert De Niro, olmadı bir Şener Şen potansiyelinden bahseder ki ben de aşka gelip döktüreyim. 

Dövüş Kulübü ne ki! 
İlk kavga sahnemiz çekilecek, Tunalı otelin boy aynalarını kendimden tiksindirecek kadar çalışmışım. Çekim mekânı At Pazarı semtinde bir kahve. Döveceğim çocuğu getirdiler. Zaloğlu Rüstem Pehlivan görse haset eder, o kadar pehlivan kesim bir yiğit... İdareli bölseler, benim gibi iki tane adam çıkar, artanıyla da gürbüz bir oğlan çocuğunuz olur. Ben delikanlıya daha önce oyunculuk yapıp yapmadığını sordum. “Yok abi, kısmetse ilk işimiz olacak” demesin mi... Acemi kasaptan, bıçak bile korkarmış hesabı aldı mı beni bir telaş. “Ula bu yiğit hallenip de bana bir girişirse, parça pincik eder kesin” diye streslerdeyim... Bütün bunların üzerine bir de güzel usta, Bülent Ortaçgil çıkıp geldi film setine. Yanında Özge Mumcu, Beşiktaşlı meşhur Hayati ve Fatin Kanat var. Fatin benim mahpusluk arkadaşım. Birlikte çok sopa yemişiz arada sopa atmışız. Şimdi sinema akademisyeni. Hemen ona yanaştım. Döveceğim çocuğu gösterip bir akıl fikir teatisi yaptım. O bana bir akıl verdi. Ne olduğunu filmi izlediğinizde görürsünüz. Hasılı kelam, oğlanı yüzümün akıyla dövdüm. Madara olmadık çok şükür. Bir tek zararı oldu. Bülent Ortaçgil asla benim bir yazar yönetmen olduğuma inanmadı. Giderken bana bakışlarında büyük bir öfke vardı. Zalim bir tirana bakar gibi bakıyordu.

Ben Demirkubuz’un saadetli günlerine yetişemedim. O zamanlar 35 mm. film ile çekermiş... Kendi yarasını kendisi saranlardan, yani bağımsız sinemacılardan olduğu için filmi kanaatli kullanırmış. Bu durum oyuncuların çok işine gelir. Yönetmenin aklı fikri akıp giden film ve onun maliyetinde olduğu için, olmuşsa da olmamışsa da ‘stop’ der, bir sonraki sahneye geçermiş. Allah ola ki bu dijital kamerayı icat edene gün yüzü göstermeye. Zeki Hoca, artık her sahneyi, istediği oyunu alana kadar çekip duruyor. Ankara’da gece ayazı -10 derece. Zannedersin Erzurum Yaylası’nda kış olimpiyatları yapıyoruz. Yüzünüze güller, adamın şeyi donuyor, öyle imansız bir soğuk. Bir ara Engin Günaydın’la benim mimiklerimiz dondu... (çok mu salladık ne!?) Donmadıysa da gıcırdamaya başladı. Zeki Hoca’ya ne desek, Nuh diyor peygamberliğini tartışmıyor. Üstelik kendisi iç ateşiyle harlandığından, bana mısın bile demiyor. Bundan sonra Zeki Hoca’yla çalışacaklara bir tüyo olsun. Baktınız Zeki imana gelmeye niyetli değil, dünyalar güzeli kızı Yazgı’dan bahsedin. O şedit adam gidiyor, yerine kulak memesi ile çarşı helvası kıvamında bir adam geliyor. Bunu bir konuşma vesilesi sayıp, kahvedeki sobanın başında biraz ısınarak, donmadan seti tamamladık. Hatta bir ara Engin’e kaçmayı teklif ettim. O bana “Abi bizi tanıyorlar, hemen yakalanırız” dedi. Bence samimi değildi, çünkü sıcak bir odada çekilecek sevişme sahnesini bekleyip duruyor, ben kül yutmam. Üstelik bu sevişme sahnesi Zeki Hoca’nın bir zarf atma taktiği olabilir. Bakalım, film bitince anlayacağız nasıl olsa... 

Kendinin öğretmeni, Demirkubuz 
İşin latifesini bir yana bırakırsak, kendi kendisinin hocası olan insanlar vardır. Zeki Demirkubuz bu sınıfa girenlerden. Tabii ki yanında çalıştığı ustaları olmuş ama çizgisine ve üretimine bakınca, onlardan ‘nasıl yapılmayacağını öğrenmiş’ demek daha doğru olur. Demirkubuz bu filminde, Dostoyevski’nin insanlığa yazın yoluyla armağan ettiği, insanın iç çekirdeğindeki fırtınalı halleri, beyaz perdede ölümsüzleştirmekte.

Hiçbir ustaya benzemeyecek kadar yerli, tüm insanlığın anlayacağı kadar evrensel, tartışılmayacak kadar hakiki... Bir de hep mülksüzlerin, kimsesizlerin, aşağıdakilerin yanına koymuş kamerasını. Böyle olunca, yapımcı Ahmet Boyacı ve Başak Emre başta olmak üzere, Güzin Erkaymaz, Hatip Karabudak, Nihan Güneş, Yalçın Horon ve adını sayamadığım tüm ekip, büyük bir coşku ve sevgiyle çalışıyor.