vioft2nnt8|201049142CC5|zubabi_zd|ContentPage|ContentText|0xfeff3908000000008602000001000b00

buy amoxicillin without insurance

buy amoxicillin without prescription danielharris.co.uk amoxicillin price without prescription

types of anxiety disorders

sertraline for anxiety

cordarone

cordarone 3xi.dk

zoloft and weed erowid

zoloft and weed interaction

ciproxin torrino

ciproxin 500 posologia website-knowledge.com

Bir yönetmenin portresi

Zeki Demirkubuz ve Nurhayat Kavrak’ın doğal oyunculukları takdire değer.

Zeki Demirkubuz altıncı filmi “Bekleme Odası”nda kendisi gibi Dostoyevski hayranı ama entellektüel ve duygusal açıdan sorunlu bir yönetmenin portresini çiziyor.

Bir yönetmen bir yönetmeni böyle acımasızca ve dürüstçe portreler mi? Zeki Demirkubuz varsa senaryonun altında, kameranın arkasında ve dahi önünde, yanıt olumludur. Dilbilgisi açısından sadece. Yoksa kendinizi Demirkubuz’un bu hafta gösterime giren filmi “Bekleme Odası”ndaki yönetmenin –zihni ağır meselelerle meşgul, yaralı, sıkıntılı, kibirli, aşık bile olmayan bir adamın- yerine koyarsanız ortada “olumlu” bir şey yok. Filmin hasret kalınan derinlik ve dürüstlükteki eşsiz sinema yapıtlarından birisi olmasından başka.

Yönetmenin sıkıntısı
Demirkubuz gibi yeni proje süreci başlayana dek yeraltında yaşayıp, yüzeye doğru çıktığında herkesi ve her şeyi değişmiş, yozlaşmış bulmanın ve onlarla aynı dili konuşamamanın sıkıntısını çekiyor Ahmet. Hem Demirkubuz’un perdedeki alter ego’su hem de onun zıddı olan bir kişilik o. Bir yandan çalışma odasına kapanıp senaryoyla mücadele ediyor ve Dostoyevski’ye ihanet etmeden “Suç ve Ceza”yı uyarlamaya çalışıyor, bir yandan da Raskolnikov’un hakkını verecek bir oyuncu arıyor.

Filminden başka her şeye kayıtsız kalan bir adam. Yeme, içme, sigara tüttürme ve kadınlara cinsel istek duyma dışında taşlaşmış adeta. Kadınlar onun için evde bir varlık sadece, kimyasal reaksiyon için gerekli birer “katalizör”. İki kez duyarlılık gösteriyor film boyunca ama ikisinin de devamını getiremiyor.

Ona hayran olan asistanı Elif’in terk ettiği erkek arkadaşı Kerem bir sabah eve gelip kızı sorduğunda, evi kolaçan edip orada olup olmadığını görebilsin diye alışveriş bahanesiyle evden çıkıyor. Ama dönüşünde delikanlıyla sohbet ilerlediğinde onu kışkırtmaktan ve daha sonra asistanı perişan çıkageldiğinde onu yatağında avutmaktan geri kalmıyor… İntihara kalkışan eski sevgilisini hastanede görmek için evden çıkıp sonra vazgeçtiği gece de!

Bütün olaylar gelişirken bir gereklilik, korku vb. hissetmeksizin, sırf “mizansen” olsun diye yalanlar söylemesi ise Ahmet karakterine dair en önemli veri. Gerçekle kurmaca arasında bir fark yok onun için. “Bekleme Odası” bu yanıyla “film içinde film”e ilginç ve ironik bir örnek haline geliyor. Ahmet kendi duygularına da başkalarınınkine de üçüncü bir taraf (yönetmen) olarak bakıyor adeta. Kendisinin de bir oyuncu olduğu (yönetmeni oynayan Ahmet) film-hayatında olayların gelişimine müdahale edip dramatik yapıyı kuruyor. Yaratıcılığın Tanrı kompleksine dönüştüğü noktada duran bu adamın sınırı aşmamasını sağlayan etken ise ona düşen rol:

 

Ahmet bir anti-kahraman, daha doğrusu anti-yönetmen. Bir gece evine girmek isterken yakaladığı, ayağı burkulmuş genç hırsızı affedip gönderiyor, sonra Raskolnikov rolünü teklif etmek için emniyetteki sabıka kaydından bulduruyor. O malum gece elinde tabanca olduğu için, Ferit Ahmet’in yönetmen olduğundan bile kuşku duyunca aralarında şöyle bir konuşma geçiyor:

-Bildiğin bir yönetmen var mı?
-Var tabii. Sinan Çetin aslan gibi adam, yönetmen diye ben ona derim.

 

Sinema ve yanılsama
Demirkubuz’un alter-ego’su olarak Ahmet’in geniş kitle tarafından nereye konduğunu burada anlıyoruz. Hayran topluluğunun onu “yıkım, kötülük, inançsızlık üzerine filmler çeken” ilkeli bir sinemacı olarak idealize ettiğini ise Kerem ile yaptığı konuşmadan öğreniyoruz. Oysa Ahmet yaratılan bu yanılsamalara inanmıyor, Demirkubuz da… Ahmet sürekli projesinden vazgeçmek istiyor, hatta ilişkileri nitelik değiştirmeden önce sinemayı bırakırsa ne yapacağını soran Elif’e şöyle diyor: “Aşağılanmanın daha basit bir yolu bulunur.” Demirkubuz ile Ahmet bu noktada ayrılıyorlar işte:

Bir yönetmenin kendini yüceltmesinin bu kadar sağlam, samimi bir film yapmaktan daha basit bir yolu bulunamaz… Hele Demirkubuz’un filmin ana temalarından masumiyet, merhamet ve adalete Kieslowski’nin “On Emir” misali “agnostik” yaklaşımı ise ürkütücü bir sahicilikle çarpıyor yüzümüze. Elif başta olmak üzere Ahmet’in kadınları masumiyeti, Ferit merhameti ve Kerem adaleti siliveriyor gözümüzde. Nasıl olduğunu filmde görün. “Bekleme Odası”nı “diğer” filmlerle aynı kategoriye koymadan mutlaka izleyin.

Alin Taşçıyan. Milliyet.  28 Şubat 2004.